27 Haziran 2011 Pazartesi

Gezi Rehberleri: Venedik

Sizlere çoğunlukla içinden nehir geçen şehirleri anlatıyorum uzun bir süredir. Bu kez kuzey İtalya'nın doğusunda Adriyatik denizi kıyılarında karaya 4 kilometre uzunluğunda kara ve demir yolu köprüsü ile bağlanan, yaklaşık 118 adacık üzerine kurulu bir ada şehrinden söz edeceğim; dünyanın en romantik su şehri Venedik. Venedik'te adacıkları birbirinden ayıran 170 kanal ve birbirine bağlayan 400 köprü bulunur.

Venedik ; tarih boyunca Avrupa’nın en önemli ticaret başkentlerinden biri olmuş. Venedikliler, Türklerden ve Araplardan öğrendikleri sayı sistemi ile ticaret aritmetiğini en üst düzeye çıkarmışlar ve bu nedenle Avrupalı tacirler Venedik'te açılan okullara gelerek eğitim almışlardır. En parlak döneminde 300.000 olan nüfus günümüzde 72.000'e kadar düşmüştür. Yaşlı nüfusun çoğunlukta olduğu Venedik, artık anakarada bulunan Mestre adı verilen yeni şehre doğru kaymaktadır.

Şehir merkezine 13 km uzaklıkta olan Marco Polo Havaalanından ACTV adlı toplu taşıma şirketinin işlettiği yarım saatte bir kalkan 5 numaralı otobüs, Venedik’e ulaşmanın en kolay ve ucuz yolu. Mestre’de kalıyorsanız Venedik’e tren ya da otobüs ile 10 dakikada ulaşabilirsiniz. (ACTV şehir içi otobüs bileti €1,-) Karayoluyla gelenlerin ilk ve son durağı, Büyük Kanal'ın girişindeki Piazzale Roma adlı meydan. Buradan kalkan “Vaporetto”lar, Büyük Kanal boyunca ilerleyip, San Marco Meydanı'na oradan da plajlarıyla ünlü konaklama beldesi Lido’ya kadar geliyor.

Venedik'te, deniz yoluyla ulaşım 4 tür araç ile yapılıyor.
1.Gondollar, Venedikliler tarafından sadece özel günlerde kullanılıyor. Gondola binmeden önce, gezintinin güzergâhı, süresi ve fiyatı konusunda anlaşmalı ve pazarlık yapmalısınız.

2. Vaporetto adı verilen küçük vapurlar. 1 no’lu seferle Büyük Kanal'da keyifli bir gezinti yapabileceğiniz gibi, (tek yön €6.-) diğer seferlerle de çevre adalara gidebilirsiniz. Vaporetto’ları sık kullanacaksanız size ACTV’nin hem vaporettolarda hem de otobüslerde geçerli turist biletleri’ni öneririz. (12 saatlik bilet €13.- Ana vapur iskelelerinde ve “tabaccheria”larda satılıyor.) 1.no’lu sefer Piazzale Roma ve Santa Lucia İstasyonu'ndan başlıyor ve ara duraklarda da yolcu alarak, yaklaşık 35dakikada San Marco meydanına kadar gidiyor.

3. Traghetto adı verilen küçük gondollar da, Venedik gezinizi kolaylaştıran, ancak çok az turistin haberdar olduğu araçlar. Traghetto’lar sadece büyük kanalı bir yakadan diğerine geçtiği için yolculuk çok kısa sürüyor ama ayakta durmak gerekiyor ki bu da zaman zaman çok dalgalı olabilen kanalda ciddi bir beceri gerektiriyor.

4. Deniz Taksileri ise süratli modern tekneler. Gerek Venedik kanallarında gerekse Mestre – Venedik arasında çalışıyorlar.

Hiç bir motorlu taşıtın giremediği kent merkezini keşfetmenin en iyi yolu, yürümek. Dar sokaklar ve kanallardan oluşan kent dokusu, yön duygusunu yitirmenize neden olsa da; sık sık karşınıza çıkan tabelalar, Rialto, San Marco, Piazzale Roma gibi merkezleri gösteriyor. Kent 6 bölgeye ayrılmış: San Marco, Castello, Dorsoduro, Cannaregio, San Polo ve Santa Croce. Adresler, bölge adından ve bina numarasından oluşuyor. Gerekli olduğu durumlarda ise, cadde (calle), meydan (campo) veya köprü (ponte) adı veriliyor.

San Marco Meydanı: Venedik'in tarihi ve politik merkezi olan meydan, Napolyon tarafından "Avrupa'daki en zarif salon" olarak nitelenmiş. Bazilika, Palazzo Ducale (Düklük Sarayı), Campanile (Çan Kulesi), Torre dell'Orologio (Saat Kulesi) gibi tarihi yapılar ve meydanı çevreleyen kafeler görülmesi gerekenler arasında.

Cafe Florian: Genel olarak, San Marco Meydanı'nın pahalı mekânlarından uzak durmanızı önermekle birlikte tam bir Venedik klasiği olan Cafe Florian'da, bir kahve içme fırsatını kaçırmayın. Kışlık salonlarının duvarları ayna ve fresklerle kaplı bu ünlü mekanda, yaz aylarında servis, canlı klasik oda müziği eşliğinde meydana atılmış şık masalarda yapılıyor. Fiyatlar manzarayla orantılı. Cappuccino €8,20 Tiramissu €11,50 Canlı müzik farkı €5,80

San Marco Bazilikası: Piazza San Marco’da Yunan haçı planında inşa edilmiş, beş kubbeli, bir kilise. Denizaşırı ülkelerden getirilen ganimetler sayesinde bina son derece süslü. Constantinopolis'deki (bugünkü İstanbul) Hipodrom'dan getirilen bronz bir at heykeli de bu süslemelerin en önemlilerinden.

Düklük Sarayı (Palazzo Ducale) Pembe Verona mermeri ve beyaz İstra taşından, gotik tarzda inşa edilen saray, Venedik'in altın çağını sembolize ediyor. Venedik düklerinin ikâmetgâhı ve yönetim merkezi olan yapının bir bölümü de hapisane olarak kullanılmış. Sarayın görkemli bir avlusu var. Duvarlar ve tavanlar ise, Venedik'in en ünlü sanatçılarının freskleriyle kaplı.

Santa Maria della Salute: Venedik'in siluetinde özel bir yeri olan bu kilise; sadece Venedik'te 47 bin can alan, 1630'lardaki büyük veba salgınından kentin kurtuluşunun anısına yaptırılmış ve Meryem Ana'ya adanmış. Büyük Kanal'ın hemen girişinde yer alan yapı, büyükçe bir kubbeye ve sekizgen bir plana sahip.

Rialto Köprüsü: Venedik'in en eski köprüsü. 1854'te Accademia Köprüsü yapılıncaya kadar, Büyük Kanal'ı geçmenin tek yoluydu. Köprünün üzerinde bulunduğu bölgenin yoğun ticaret geçmişinden geriye sadece, renkli görüntüleriyle sebze ve balık pazarları kalmış durumda.

Harry's Bar: (San Marco 1323, Calle Vallaresso) Dünyaca ünlü zincirin orijinal mekânı. 1931'de Guiseppe Ciprani'nin açtığı bar, Amerikalı ünlülerin gözdesi durumundaydı. Yemeğe kalmasanız da bir Martini veya Venedik'in özel içkisi Bellini için mutlaka uğrayın.

İstanbul’da geçtiğimiz yıllarda İstanbul Modern’de bazı eserlerini izleme olanağı bulduğunuz bienalin ev sahibi olan Venedik Güzel Sanatlar Akademisi ile de ünlü. Akademiye bugün, St. Mary of Charity kilisesi ve okulu ev sahipliği yapmaktadır. Venedik resminin sergilendiği yer olan güzel sanatlar akademisinde, Giovanni Bellini, Carpaccio, Mantegna, Giorgione, Titian, Veronese, Tiepolo, Canaletto, Longhi ve Guardi gibi meşhur sanatçıların başyapıtları sergilenmektedir.

Şayet vaktiniz varsa Venedik’in yakın çevresini de gezmenizi tavsiye ederim.
Lido, Adriyatik kıyısında bulunan büyüleyici tatil yerlerinden birisidir. İtalya'da kumar oynanılmasına izin verilen bir kaç yerden birisi olan Casino’su ve Ağustos ve Eylül aylarında Venedik Uluslararası Film Festivaline ev sahipliği yapan sarayı ile ünlüdür.

Ana caddesinde bir kanal ve kanalın iki yakasında yan yana sıralanmış Rönesans evlerinin bulunduğu Lagona'daki küçük şirin bir köy adası olan Murano, 1300 yılından beri önemli bir cam-üretim merkezi konumundadır. Ayrıca San Michele, Torcello ve Burano’da görülmeye değer adalardır.

18 Kasım 2009 Çarşamba

Mühürdar'da Bir Teras

Geç bir Nisan ikindisinin aydınlattığı sıcak terasın demirlerine dolanmış mor salkımlar ne de gür açmışlardı. Ön bahçeyi bir yanından tırmanan mermer merdivenler, bir kat kadar yükseliyor, apartmanın cümle kapısında son buluyorlardı. Hemen cümle kapısının yanından başlayan giriş katı balkonu, birkaç metre ilerledikten sonra binadan yola doğru çıkan geniş bir terasa dönüşüyordu. Giriş katındaki bu geniş terasın varoluş nedeni altında garaj olarak yapılmış bölümdü. Belki de hiç garaj olarak kullanılmamış olan bu bölüm daha sonra zemin kattaki birkaç oda ile birlikte bir daireye dönüştürülmüştü.

Kılara teyzenin dairesi. Bir Müslüman çocuğu olarak ilk hamursuz(*)’umu beş, altı yaşlarında iken elinden tattığım Kılara teyze.

Kılara teyzenin dairesi, binanın zemin katının sadece ön tarafını kaplıyordu. Arka tarafta ise örnekleri sadece ahşap Osmanlı konaklarında görülen büyük bir çamaşırhane vardı. Çamaşırhane’nin ortasından arka bahçeye açılan kapı, sizi etrafı üç, dört metrelik duvarlarla çevrili bir gizli bahçeye kavuştururdu. Geniş gölgeli yüksek ağaçların altında bahçıvan eliyle düzenlenmiş bir çiçek bahçesi, ve hemen onun arkasında, sırtını arka bahçe duvarına dayamış bir sera yada kış bahçesi vardı. Sürekli gölgeli bir serinliği olan arka bahçe, sık ve karanlık bitki örtüsüyle biraz kasvetliydi.

Hele de ön bahçe ile kıyaslandığında. Tüm bir öğleden sonra Marmara denizi üzerindeki güneşin ışıkları altında yıkanan ön bahçe ve benim sevgili mor salkımlı terasım, akşamüzeri de Sultanahmet Camii ile Aya Sofya arasından batan o kızıl yıldızın yangın renklerine bürünürdü.

Sevgili terasımdaki o doyumsuz gün batımlarını seyre koyulmak için, Şifa’daki okulumdan çıkar, Bahariye meydanından sahile inen yoldan geçerdim. Yolun yarılarında, yokuş aşağı Küçük Moda yoluna doğru inerken apartmanların arasında deniz görünür, ben yürüdükçe yaklaşır, beni kucaklardı. Küçük Moda yoluna çıkıp da Mühürdar’a doğru yürüdüğümde terasım uzaktan görünürdü.

Mühürdar’da grubun en güzel seyredildiği terastı o… Gorbon Apartmanının terası.

3 Eylül 2009 Perşembe

Matterhorn ve Zermatt

1865 yılında, İngiliz dağcı Edward Whymper, bölgede tek çıkılamayan dağ olan Matterhorn’a çıkmaya karar verir. Alp Dağlarının en tanınmış ve büyüleyici zirvelerinden biri olan Matterhorn, 4478 metrelik yüksekliği ile İsviçre-İtalya sınırında yer alır. Whymper liderliğinde 7 kişilik ekip, 18. denemede nihayet bu dev granit piramidin en uç noktasına varır. Ancak dönüş yolunda trajik bir kaza olur. Daha ilk metrelerde, birinin ayağı kayar ve emniyet için birbirlerine bağlı olduklarından tüm ekip aşağı doğru sürüklenmeye başlar. Ağırlığa dayanamayan ip kopar, dört dağcı 1300 metrelik uçurumdan düşerek can verir. Aralarında Whymper’in da bulunduğu 3 kişi geri dönmeyi başarmıştır.

Bu olay, tüm dünyada büyük yankılar oluşturmuş, Dağ sporlarının tanınmasına ve gelişmesine neden olmuştur. Bu ilk çıkışın dağın İsviçre tarafından gerçekleştirilmesi nedeniyle bu zirve de artık İtalyanca "Cervino" adıyla değil, Almanca "Matterhorn" adıyla anılmaya başlanmıştır.

Bu olay, Matterhorn eteklerindeki küçük bir Alp kasabasının da turizm ile tanışmasına yol açmıştır. Ekibiyle birlikte dağa tırmanmak için Zermatt’a gelen Whymper, 1855 yılında Alexander Seiler tarafından açılan “Monte Rosa” otelinde kalır. İleri görüşlü bir adam olan Seiler bu oteli 1839’da aynı yerde tek tük gelen dağcıları ağırlamak için kurulmuş küçük bir han olan “Lauber Inn”in temelleri üzerine kurmuştur. 1865’deki bu olaydan sonra dağcılarla ve meraklı turistlerle dolup taşmaya başlayan Zermatt, kısa sürede İsviçre’nin en önemli dağcılık ve kayak merkezlerinden biri olmuştur. Zermatt ile büyüyen Seiler ailesi de bugün Zermatt’ın en lüks otelleri olan “Mont Cevrin Palace”, “Hotel Schweizerhoff”, “Hotel Nicoletta” ve tabii bu yıl 150’inci yılını kutladıkları “Hotel Monte Rosa” gibi otelleri işletmektedirler. “Belle-Époque” tarzı Monte Rosa’da konaklamasınız bile bir kahve içmek için uğramanızı öneririz.

Matterhorn, Klein Matterhorn ve Dent Blanche (Beyaz Diş) zirveleri arasındaki çanakta 1620 metre yükseklikte yer alan Zermatt’ı bugün yılda bir buçuk milyon kişi ziyaret ediyor. Zermatt’a motorlu taşıtların girmesine izin verilmiyor. Araçlarıyla gelen ziyaretçiler için kasaba’dan 5 kilometre uzaktaki Täsch köyünün girişinde Seiler otellerinin parkı bulunuyor. Araç park rezervasyonunuz otel rezervasyonu ile birlikte yapılabiliyor. Buradan Zermatt’a taksi ile veya her 20 dakikada bir kalkan shuttle trenler ile ulaşabilirsiniz.
İtayla sınırındaki kasaba zirvelerin aksine ılımlı bir iklime sahip. Dağ sporu yapanlar Matterhorn’a tırmanmayı tercih ederken Zermatt’tan dişli tekerlekler ile ilerleyen bir dağ treni ile ulaşılabilen Klein Matterhorn bölgesi kayakçıların gözdesi.

Zermatt’a trenle ulaşım:
Cenevre’den: 3-4 saatlik yolculuk sırasında Visp yada Brig’de tren değiştirmek gerekiyor.
Basel veya Zürih’den: 5 saatlik yolculuk sırasında Brig’de tren değiştirmek gerekiyor.
Milano’dan: 3-4 saatlik yolculuk sırasında Brig’de tren değiştirmek gerekiyor.
St. Moritz’den: Glacier Express ile aktarmasız ulaşabilirsiniz.

Mitochondrial Eve

Allan Wilson's naming Mitochondrial Eve after Eve of the Genesis creation story has led to some misunderstandings among the general public. A common misconception is that Mitochondrial Eve was the only living human female of her time. Had this been the case, humanity would have long since become extinct due to an extreme example of a population bottleneck.Indeed, not only were many women alive at the same time as Mitochondrial Eve but many of them have living descendants through their sons. While the mtDNA of these women are not as common as the MRCA, their Nuclear genes are present in today's population.