Geç bir Nisan ikindisinin aydınlattığı sıcak terasın demirlerine dolanmış mor salkımlar ne de gür açmışlardı. Ön bahçeyi bir yanından tırmanan mermer merdivenler, bir kat kadar yükseliyor, apartmanın cümle kapısında son buluyorlardı. Hemen cümle kapısının yanından başlayan giriş katı balkonu, birkaç metre ilerledikten sonra binadan yola doğru çıkan geniş bir terasa dönüşüyordu. Giriş katındaki bu geniş terasın varoluş nedeni altında garaj olarak yapılmış bölümdü. Belki de hiç garaj olarak kullanılmamış olan bu bölüm daha sonra zemin kattaki birkaç oda ile birlikte bir daireye dönüştürülmüştü.
Kılara teyzenin dairesi. Bir Müslüman çocuğu olarak ilk hamursuz(*)’umu beş, altı yaşlarında iken elinden tattığım Kılara teyze.
Kılara teyzenin dairesi, binanın zemin katının sadece ön tarafını kaplıyordu. Arka tarafta ise örnekleri sadece ahşap Osmanlı konaklarında görülen büyük bir çamaşırhane vardı. Çamaşırhane’nin ortasından arka bahçeye açılan kapı, sizi etrafı üç, dört metrelik duvarlarla çevrili bir gizli bahçeye kavuştururdu. Geniş gölgeli yüksek ağaçların altında bahçıvan eliyle düzenlenmiş bir çiçek bahçesi, ve hemen onun arkasında, sırtını arka bahçe duvarına dayamış bir sera yada kış bahçesi vardı. Sürekli gölgeli bir serinliği olan arka bahçe, sık ve karanlık bitki örtüsüyle biraz kasvetliydi.
Hele de ön bahçe ile kıyaslandığında. Tüm bir öğleden sonra Marmara denizi üzerindeki güneşin ışıkları altında yıkanan ön bahçe ve benim sevgili mor salkımlı terasım, akşamüzeri de Sultanahmet Camii ile Aya Sofya arasından batan o kızıl yıldızın yangın renklerine bürünürdü.
Sevgili terasımdaki o doyumsuz gün batımlarını seyre koyulmak için, Şifa’daki okulumdan çıkar, Bahariye meydanından sahile inen yoldan geçerdim. Yolun yarılarında, yokuş aşağı Küçük Moda yoluna doğru inerken apartmanların arasında deniz görünür, ben yürüdükçe yaklaşır, beni kucaklardı. Küçük Moda yoluna çıkıp da Mühürdar’a doğru yürüdüğümde terasım uzaktan görünürdü.
Mühürdar’da grubun en güzel seyredildiği terastı o… Gorbon Apartmanının terası.
Terra Nova, adı gibi yeni bir dünya. Burada bazen sanat konuşacağız bazen bilim, hatta bilim-kurgu. Keyif de olacak anlattıklarımızda hüzün de, Hem düzenden dem vuracağız hem kaostan. Terra Nova: Her şey hakkında hiçbir şey, hiçbir şey hakkında her şey.
18 Kasım 2009 Çarşamba
3 Eylül 2009 Perşembe
Matterhorn ve Zermatt
1865 yılında, İngiliz dağcı Edward Whymper, bölgede tek çıkılamayan dağ olan Matterhorn’a çıkmaya karar verir. Alp Dağlarının en tanınmış ve büyüleyici zirvelerinden biri olan Matterhorn, 4478 metrelik yüksekliği ile İsviçre-İtalya sınırında yer alır. Whymper liderliğinde 7 kişilik ekip, 18. denemede nihayet bu dev granit piramidin en uç noktasına varır. Ancak dönüş yolunda trajik bir kaza olur. Daha ilk metrelerde, birinin ayağı kayar ve emniyet için birbirlerine bağlı olduklarından tüm ekip aşağı doğru sürüklenmeye başlar. Ağırlığa dayanamayan ip kopar, dört dağcı 1300 metrelik uçurumdan düşerek can verir. Aralarında Whymper’in da bulunduğu 3 kişi geri dönmeyi başarmıştır.
Bu olay, tüm dünyada büyük yankılar oluşturmuş, Dağ sporlarının tanınmasına ve gelişmesine neden olmuştur. Bu ilk çıkışın dağın İsviçre tarafından gerçekleştirilmesi nedeniyle bu zirve de artık İtalyanca "Cervino" adıyla değil, Almanca "Matterhorn" adıyla anılmaya başlanmıştır.
Bu olay, Matterhorn eteklerindeki küçük bir Alp kasabasının da turizm ile tanışmasına yol açmıştır. Ekibiyle birlikte dağa tırmanmak için Zermatt’a gelen Whymper, 1855 yılında Alexander Seiler tarafından açılan “Monte Rosa” otelinde kalır. İleri görüşlü bir adam olan Seiler bu oteli 1839’da aynı yerde tek tük gelen dağcıları ağırlamak için kurulmuş küçük bir han olan “Lauber Inn”in temelleri üzerine kurmuştur. 1865’deki bu olaydan sonra dağcılarla ve meraklı turistlerle dolup taşmaya başlayan Zermatt, kısa sürede İsviçre’nin en önemli dağcılık ve kayak merkezlerinden biri olmuştur. Zermatt ile büyüyen Seiler ailesi de bugün Zermatt’ın en lüks otelleri olan “Mont Cevrin Palace”, “Hotel Schweizerhoff”, “Hotel Nicoletta” ve tabii bu yıl 150’inci yılını kutladıkları “Hotel Monte Rosa” gibi otelleri işletmektedirler. “Belle-Époque” tarzı Monte Rosa’da konaklamasınız bile bir kahve içmek için uğramanızı öneririz.
Matterhorn, Klein Matterhorn ve Dent Blanche (Beyaz Diş) zirveleri arasındaki çanakta 1620 metre yükseklikte yer alan Zermatt’ı bugün yılda bir buçuk milyon kişi ziyaret ediyor. Zermatt’a motorlu taşıtların girmesine izin verilmiyor. Araçlarıyla gelen ziyaretçiler için kasaba’dan 5 kilometre uzaktaki Täsch köyünün girişinde Seiler otellerinin parkı bulunuyor. Araç park rezervasyonunuz otel rezervasyonu ile birlikte yapılabiliyor. Buradan Zermatt’a taksi ile veya her 20 dakikada bir kalkan shuttle trenler ile ulaşabilirsiniz.
İtayla sınırındaki kasaba zirvelerin aksine ılımlı bir iklime sahip. Dağ sporu yapanlar Matterhorn’a tırmanmayı tercih ederken Zermatt’tan dişli tekerlekler ile ilerleyen bir dağ treni ile ulaşılabilen Klein Matterhorn bölgesi kayakçıların gözdesi.
Zermatt’a trenle ulaşım:
Cenevre’den: 3-4 saatlik yolculuk sırasında Visp yada Brig’de tren değiştirmek gerekiyor.
Basel veya Zürih’den: 5 saatlik yolculuk sırasında Brig’de tren değiştirmek gerekiyor.
Milano’dan: 3-4 saatlik yolculuk sırasında Brig’de tren değiştirmek gerekiyor.
St. Moritz’den: Glacier Express ile aktarmasız ulaşabilirsiniz.
Bu olay, tüm dünyada büyük yankılar oluşturmuş, Dağ sporlarının tanınmasına ve gelişmesine neden olmuştur. Bu ilk çıkışın dağın İsviçre tarafından gerçekleştirilmesi nedeniyle bu zirve de artık İtalyanca "Cervino" adıyla değil, Almanca "Matterhorn" adıyla anılmaya başlanmıştır.
Bu olay, Matterhorn eteklerindeki küçük bir Alp kasabasının da turizm ile tanışmasına yol açmıştır. Ekibiyle birlikte dağa tırmanmak için Zermatt’a gelen Whymper, 1855 yılında Alexander Seiler tarafından açılan “Monte Rosa” otelinde kalır. İleri görüşlü bir adam olan Seiler bu oteli 1839’da aynı yerde tek tük gelen dağcıları ağırlamak için kurulmuş küçük bir han olan “Lauber Inn”in temelleri üzerine kurmuştur. 1865’deki bu olaydan sonra dağcılarla ve meraklı turistlerle dolup taşmaya başlayan Zermatt, kısa sürede İsviçre’nin en önemli dağcılık ve kayak merkezlerinden biri olmuştur. Zermatt ile büyüyen Seiler ailesi de bugün Zermatt’ın en lüks otelleri olan “Mont Cevrin Palace”, “Hotel Schweizerhoff”, “Hotel Nicoletta” ve tabii bu yıl 150’inci yılını kutladıkları “Hotel Monte Rosa” gibi otelleri işletmektedirler. “Belle-Époque” tarzı Monte Rosa’da konaklamasınız bile bir kahve içmek için uğramanızı öneririz.
Matterhorn, Klein Matterhorn ve Dent Blanche (Beyaz Diş) zirveleri arasındaki çanakta 1620 metre yükseklikte yer alan Zermatt’ı bugün yılda bir buçuk milyon kişi ziyaret ediyor. Zermatt’a motorlu taşıtların girmesine izin verilmiyor. Araçlarıyla gelen ziyaretçiler için kasaba’dan 5 kilometre uzaktaki Täsch köyünün girişinde Seiler otellerinin parkı bulunuyor. Araç park rezervasyonunuz otel rezervasyonu ile birlikte yapılabiliyor. Buradan Zermatt’a taksi ile veya her 20 dakikada bir kalkan shuttle trenler ile ulaşabilirsiniz.
İtayla sınırındaki kasaba zirvelerin aksine ılımlı bir iklime sahip. Dağ sporu yapanlar Matterhorn’a tırmanmayı tercih ederken Zermatt’tan dişli tekerlekler ile ilerleyen bir dağ treni ile ulaşılabilen Klein Matterhorn bölgesi kayakçıların gözdesi.
Zermatt’a trenle ulaşım:
Cenevre’den: 3-4 saatlik yolculuk sırasında Visp yada Brig’de tren değiştirmek gerekiyor.
Basel veya Zürih’den: 5 saatlik yolculuk sırasında Brig’de tren değiştirmek gerekiyor.
Milano’dan: 3-4 saatlik yolculuk sırasında Brig’de tren değiştirmek gerekiyor.
St. Moritz’den: Glacier Express ile aktarmasız ulaşabilirsiniz.
Mitochondrial Eve
Allan Wilson's naming Mitochondrial Eve after Eve of the Genesis creation story has led to some misunderstandings among the general public. A common misconception is that Mitochondrial Eve was the only living human female of her time. Had this been the case, humanity would have long since become extinct due to an extreme example of a population bottleneck.Indeed, not only were many women alive at the same time as Mitochondrial Eve but many of them have living descendants through their sons. While the mtDNA of these women are not as common as the MRCA, their Nuclear genes are present in today's population.